Firavun da bir zamanlar kraldı. Altın tahtlarda oturuyor, kendini Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi ilan ediyordu. Gücüne o kadar güveniyordu ki, dünyanın onun etrafında döndüğüne inanıyordu. Peki, bugün ne oldu? Mumyası müzelerde teşhir edilen bir “eser”den başka ne kaldı geriye? İnsanlar gelip bakıyor, belki bir fotoğraf çekiyor, sonra hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyor. Firavun’un ihtişamı, bugün cam kasalarda sergilenen bir ibret tablosundan ibaret.
Ama insanoğlu bu ibretleri görür mü? Görmez. Ders alır mı? Almaz. Bugün de Firavunlar var. İnsanlara tepeden bakanlar, güç sarhoşluğu içinde kendilerini her şeyin sahibi zannedenler… Öyle yukarıdan bakıyorlar ki, sanki dünyayı onlar yarattı. Ama bilmezler ki hayat bir döngüdür. Bumerang gibi dönüp dolaşıp sizi bulur. Herkes ne ettiyse, bedelini er ya da geç öder. Kısacası, eden bulur.
Hayatın bu döngüsü şaşmaz bir düzene sahiptir. İlahi adalet dediğimiz şey, kimseye torpil geçmez. Bugün kendini güçlü sananlar, yarın o güçten mahrum kalabilir. Ama ne acıdır ki, Yaradan’ın insanlara sunduğu uyarıları anlamamakta direniriz. Hayat, bize defalarca ikazda bulunur. Küçük işaretlerle, yaşadığımız zorluklarla bizi sınar. Ama bazıları bu ikazları görmezden gelmekte, anlamamakta ısrar eder. Kibirlerinden başlarını kaldırıp bu döngüyü fark etmezler.
Bir de ah almak var tabii… Ah dediğimiz şey, görünmeyen bir yargıdır. Sessizdir ama etkisi devasa büyüktedir. Mazlumun ahı, indirir şahı derler, zamanı geldiğinde dağları devirir. Firavunlar bunun farkında değildi. Kendilerini her şeyin üzerinde gördüler, hakları yediler, insanlara zulmettiler. Ama aldıkları ahlar, tahtlarından etti onları. Ne sarayları kurtarabildi onları, ne şanları, ne şöhretleri, ne yalakaları, ne servetleri… Hayatın döngüsü, onları da kendi adaletine teslim etti.
Bugün kim bilir kaç kişi böyle ah alıyor? Güç benim elimde deyip her şeyi yapabileceğini sananlar, aslında kendi sonlarını hazırlıyor. Çünkü hiçbir güç, mazlumun duasına ve ahına karşı koyamaz. Bugün yukarıdan bakanlar, yarın aşağıdan bakmaya mahkûmdur. Bugün selamı bile çok görenler, yarın kendilerine uzanan bir eli bulamaz.
Oysa hayat, vefayı hatırlamak için vardır. Ah almamak için insanın vefayı kılavuz edinmesi gerekir. Vefa, insana insan olduğunu hatırlatır. Kendine uzanan eli unutmamak, zor zamanında yanında olanı hatırlamak, teşekkür etmeyi bilmek… İşte insanı insan yapan budur. Ama bugünün Firavunları vefayı da unuttu. Onlar için önemli olan sadece bugünkü çıkarları, bugünkü güçleri. Ama ne çıkar kalıcıdır, ne güç. Birgün devran döner, eden bulur.
Firavun da bir zamanlar kraldı. Ama bugün onun tahtı yok. Geriye sadece aldığı ahlar, unuttuğu vefalar ve anlayamadığı ikazlarla dolu bir tarih kaldı. Hayatın döngüsü, herkese aynı sonu getirir. Tahttan müzeye… Önemli olan, bu yolculukta kimsenin ahını almadan ve vefayla yürüyebilmektir. Çünkü sonunda herkes bir gün “müzelik eşya” olur. Ama nasıl hatırlanacağımız, bu dünyada nasıl yaşadığımıza bağlıdır.
Ne demiştik, "Men Dakka,Dukka" (eden,bulur) aynen öyle olacak...