Dün ay maviydi. Gökyüzü, bana sunduğu her yeni günde farklı bir heyecan, yeni bir macera vaat ediyordu. Hayatın içinde sihirli bir şeyler gizliydi, sanki zamanın büyüsüyle yoğrulmuş bir rüyanın içinde yaşıyordum. Çocukluk ve gençlik, insanın en çok hayal kurduğu, en çok yanıldığı ve en çok yanıldığını bile fark etmediği zamanlardır.
O yaşlarda, hayatın ötesine bakmaya pek gerek duymadım. Ne ıssızlık, ne boşluk… Zihnimde, geleceğin getirecekleri pek de belirgin değildi. Sadece anı yaşamak vardı, sadece rüzgârı hissetmek, müziğin ritmine kapılmak, sokak lambalarının altında saatlerce hayaller kurmak… Dünya, sanki benim için yaratılmıştı. Kibirden, gösterişten uzak, en yalın hâlimle oynadım bana biçilen bu oyunu. Ne de olsa hayat, sahnesi büyük bir tiyatroydu ve herkesin bir rolü vardı.
Fakat zamanın acımasız ritmi hiç durmadı. Oynadığım oyunun içinde kaybolduğumu fark ettiğimde, içimdeki çocuk çoktan can vermişti. Aceleyle, telaşla, büyümem gerektiğini düşünerek bir kenara ittiğim o masumiyet, belki de en büyük kaybımdı. O çocuğun elini tutup biraz daha birlikte yürümek, onun heyecanına ortak olmak gerekiyordu belki de. Ama hayat, insanı büyütürken, içinde neyi öldürdüğünü pek de söylemez.
Zamanla dost bildiklerim kayboldu, rüzgâr gibi savruldular hayatımın kenarından. Kimisi uzaklaştı, kimisi değişti, kimisi sustu. Oyunun son sahnesinde bir ben kaldım. İnsan, en çok gençken kalabalık sanıyor kendini, ama aslında yolculuk hep tek kişilik.
Dün, ben gençken…
Radyo programlarımda dinletmek istediğim birçok şarkı vardı. Şiirleri tutkuyla okuyordum, kelimelerin içinde kendimi arıyordum. Ama gençliğin göz kamaştıran ışığında görmeyi reddettiğim acılar da vardı. O ışık, insanın bazı şeyleri fark etmesini engelliyor. Sanıyorsun ki her şey güzel, her şey mümkün, her şey senin elinde. Oysa o ışık biraz sönmeye başladığında, gölgeler daha belirgin hâle geliyor.
Bugün, içimde söylenmeyecek birçok şarkı, okunamayacak birçok şiir var. Çünkü zaman, dilime gözyaşının acı tadını bırakmayı ihmal etmedi. Şimdi, gençliğim için dünle hesaplaşma vaktim geldi. O mavimsi gecelere, yarım kalan cümlelere, kaybolan dostlara, unutulan hayallere ve aceleyle vedalaştığım çocukluğuma dönüp bakıyorum.
Biliyor musunuz? Belki de en çok içimdeki çocuğa borçluyum bir özrü.
Çünkü onu alelacele büyütmeye çalıştım, ama asıl olan, onu yanımda tutmayı başarmaktı.