İnsan hayatı, bir terazinin iki kefesi gibidir. Bir kefede yaptıklarımız, diğerinde ise karşılığında aldıklarımız vardır. Bu denge, sadece adaletin değil, aynı zamanda vicdanın ve insanlığın temel taşlarından biridir. Ancak kimi zaman insanlar hırslarına, egolarına, kibirlerine yenik düşerek terazinin ayarını bozarlar. Adalet terazisi bozulduğunda ise er ya da geç, hayat o terazide bir gün bizi de tartar. İşte tam da bu yüzden "İnsan vicdanının kınayan sesini tanıklığa çağırırım!" ifadesi, büyük bir anlam taşır. Çünkü vicdan, insanın içindeki en büyük mahkemedir ve onu susturmak, gerçeği yok etmekle eşdeğerdir.
Bugün adaletsizliğe, eşitsizliğe ve haksızlıklara tanıklık ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Çoğu zaman "Benim elimde değil", "Sistem böyle işliyor", "Herkes böyle yapıyor" diyerek yanlışları normalleştiriyoruz. Ama vicdan hiçbir bahaneyi kabul etmez. Adaletsizlik karşısında sessiz kalana da bir gün dönüp sorar: "Sen neredeydin?"
Hukuk her zaman adaleti sağlayamayabilir. Yasalar insan yapımıdır; değişebilir, eksik olabilir, hatta bazen adaletsiz bile olabilir. Tarihte büyük haksızlıklar hep "kanunlara uygun" olarak işlenmiştir. Kölelik bir zamanlar yasaldı. Kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu. Irk ayrımcılığı kanunlarla destekleniyordu. Ama insanların vicdanları bu yasaları kabul etmedi ve değiştirdi. Demek ki gerçek adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, vicdanın terazisinde de tartılmalıdır.
Kul hakkı, belki de en ağır veballerden biridir. Bir insanın emeğini çalmak, hakkını gasp etmek, onu adaletsizce işinden etmek veya ona psikolojik baskı uygulamak, yalnızca dünyevi değil, manevi anlamda da büyük bir sorumluluktur. Bu dünya, hesapların her zaman anında görüldüğü bir yer olmayabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, geciken hesap, tamamen unutulmuş bir hesap değildir. "Men dakka dukka" yani "Eden bulur" sözü, evrensel bir hakikattir. Bugün güçlü konumda olan, başkalarına haksızlık eden bir kişi, yarın aynı adaletsizliğe uğrayabilir. Çünkü hayat bir döngüdür; iyilik de, kötülük de sahibine döner.
Bugün hepimiz bir şeylere şahit oluyoruz. Sokakta, iş yerinde, ekran başında… Bir haksızlık gördüğümüzde içimizde bir ses yükseliyor. Peki, bu sesi duyuyor muyuz? Yoksa duymamazlıktan mı geliyoruz? Vicdan, susturuldukça körelir. Bir kez göz yumarsanız, ikinci kez daha kolay gelir. Sonra duyarsızlaşırsınız. Ta ki bir gün, vicdanınız size değil, sizin ona ihtiyacınız olana kadar…
O yüzden bugün bir an durup kendimize soralım: Hangi haksızlığa susuyoruz? Hangi gerçeği biliyor ama dile getirmiyoruz? Unutmayalım, gerçek bir tanık her zaman vicdandır ve onu susturmak, kendimizi susturmaktan farksızdır. Eğer bir gün adaletin bizi de tartmasını istemiyorsak, terazinin doğru tartmasını sağlamak için vicdanımızın tanıklığına başvurmalıyız.